Ramazan ve Dayanışma

RAMAZAN VE DAYANIŞMA

  1. Ramazan ayının önemi ve insan hayatına kattığı güzellikler
  2. Dayanışma nedir? Dayanışma nasıl sağlanır? Dayanışmayı güçlü kılan ve toplumsal bir şuur oluşturan fiiller nelerdir?
  3. İslam’ın dayanışmaya verdiği önemin ayet ve hadislerden okunması
  4. Dayanışmanın alt başlıkları nelerdir?
  5. Dayanışma ruhunu zedeleyen faktörler nelerdir?
  6. İslam tarihi ve milletimiz açısından dayanışma örnekleri nelerdir?
    1. Ensar muhacir kardeşliği nelere kapı aralamıştır?
    2. Çanakkale ruhu dendiğinde dayanışma açısından nasıl değere sahiptir?
    3. 1999 Marmara depreminin ardından dünyayı hayrete düşüren dayanışma örneği nasıl yaşandı?
    4. İki büyük depremin aynı zamanda yaşandığı asrın felaketi olarak nitelendirilen Kahramanmaraş depreminde toplumsal dayanışmanın sağladığı faydalar nelerdir?
  7. Sonuç ve değerlendirme

 

RAMAZAN VE DAYANIŞMA

Ramazan

  • Dua, niyaz, ibadet ve sabır ile iradelerimizi eğittiğimiz,
  • İbadetlerimizle maneviyatımıza derinlik katarak zenginleştirdiğimiz,
  • Oruçlarımızı Allah için tutmakla maddi ve manevi sıhhate kavuştuğumuz,
  • Teravihlerimizle, namazlarımıza farklı bir boyut kattığımız,
  • Aynı safta namaza durmakla birlik ve beraberliğimizi gösterdiğimiz,
  • Kur’an-ı kerim nidalarıyla gönlümüzü sükûnete erdirdiğimiz ve Allah ile konuştuğumuz,
  • Örnekliğinde Hz. peygamberle buluştuğumuz, yeniden vahyin kalbimize inişine şahit olduğumuz,
  • Vaazlarla bilgilenip aydınlandığımız,
  • Zekât ve fıtır sadakalarımızla ihtiyaç sahibi kardeşlerimizin sıkıntısına derman olduğumuz,
  • Hayır ve hasenatlarımızla mallarımızı bereketlendirdiğimiz,
  • Nimetler önümüzde, iftarı beklerken nefislerimizi terbiye ettiğimiz,
  • Tövbe etmek suretiyle günahlarımızdan arındığımız,
  • Yalandan, haksızlıktan, günahlardan uzak durmak suretiyle ahlakımızı güzelleştirdiğimiz
  • Amel defterimizi tüm bu sayılanların sevaplarıyla doldurduğumuz,
  • Peygamberimizin diliyle, gelişine sevinen müminlerin cesedini, Allah’ın, cehenneme haram kıldığı,
  • Evveli rahmet, ortası mağfiret sonu ise cehennemden kurtuluş olup,
  • Cennet kapılarının açıldığı, cehennem kapıları kapandığı ve şeytanların zincirlere vurulduğu,
  • Rabbimizin ifadesiyle “Sayılı gün”dü hayrı ve bereketiyle gelip geçen ve
  • Allah’ın rızasını kazandığımız mübarek bir ay OLMASINI DİLERİM.

İnsanın serüveni, yoktan var eden yüce yaratıcının “Ol” emri ilahisi ile çeşitli toprakların bir araya getirilerek şekillendirilmesi ve yaratanın ruh üflemesi suretiyle müşahhas hale gelmiş bir varlık olarak başlar. Zaman içinde çoğalıp çeşitli coğrafyalara dağılarak farklı renk, dil, kültür ile bir zenginlik oluşturup hayat sürdürür yeryüzünde.

Şimdilerde 8.5 milyara yaklaşan insanlık, akıl almaz bir ilerleme göstererek şehirler inşa eder, medeniyetler kurar, teknolojik gelişmeler ile çağları aşar.

Zaman içinde hayatı, kaynaşmayı, birlikte yaşamayı, dayanışmayı, geçinmeyi, savaşmayı, barışmayı, vatandaş, dindaş olmayı, aynı doğrultuda yürümeyi… Olumlu ve olumsuz pek çok şeyi öğrenir.

İnsan, yeryüzünde tek başına tasavvur edilen bir varlık değil; dayanışma, kolektif çaba ve yardımlaşmanın kendini gösterdiği bir varlık kategorisidir.

يَا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا

“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık…” ( 49Hucurat 13 )

Biz, İslam toplumu, “Allah’a tam teslim olmuş”; “Allah’ın buyruklarını yerine getiren”; “hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülükten men eden”; “hayırlı ve seçkin”; “mutedil” bir toplumdur.

İlahi dinlerin gönderiliş amaçlarından birisi de, insanların fıtri duygularının körelmesini engellemek ve her zaman canlı tutmaktır. Bu nedenle, dindarlık sadece ibadetlerin yerine getirilmesi ile kişiyi sınırlı tutulmaz. Bedensel görevlerin yerine getirilmesi yanında temel iki şey daha istenir: Dinin yaşanması ve değerlerin korunması için fiilî çaba içine girmek, gerekirse bu uğurda can vermek. Diğeri de, hayatı paylaştığı din kardeşlerinin karşılaştıkları maddi-manevi sıkıntıların olabildiğince hafifletilebilmesi için onlara destekte bulunmak, böylece zengin ile fakirin dayanışmasını sağlamak, toplumda bir denge kurmak.

Bunun için insan tek başına yaşayabilecek özellikte değildir. Başkalarıyla ilişki ve iletişim halinde olması gerekir ki yaşamını devam ettirebilsin, görev ve sorumluluklarını hakkıyla yerine getirebilsin. Sosyal bir varlık olan insanların birlikte yaşamalarını sağlayacak en önemli özelliklerden birisi dayanışmadır.

İnsanların birlikte yaşama ihtiyacı yaratılıştan gelen bir özelliktir ve bu aynı zamanda psikolojik olduğu kadar, sosyal ve iktisadî bir gereklilikten de kaynaklanmaktadır. Fertlerin huzur ve güven ortamında bir arada yaşayabilmesinin ön şartı da bireyler arasındaki sevgi, saygı, hoşgörü, yardımlaşma, dayanışma ve kardeşlik bilincinin oluşmasıdır.

Toplumda birlikte yaşama bilincinin oluşabilmesi için, öncelikle fertlerin birbirlerine karşı iyi niyet ve samimiyet taşıması, insan olarak birbirine saygı duyması, bencillik ve bireysel çıkarcılığın insanı yiyip bitiren girdabından kurtulup paylaşmanın manevi hazzına ermesi gerekir.

Bireylerin, görev ve sorumluluklarını yerine getirmede ihmalkâr ve sorumsuz davranışlar sergilemesi halinde, sonuç hem toplum hem de fert için acı olmaktadır. Bir toplumda sorumluluğun yerini, sorumsuzluk, vicdanın yerini acımasızlık, diğerkâmlığın yerini bencillik, paylaşmanın ve dayanışmanın yerini cimrilik ve vurdumduymazlık alırsa, kişilerin en yakınlarına dahi itimat edemeyeceği derecede güven bunalımı yaşanırsa, orada toplumsal yapı çöküntüye uğramış demektir.

Sadece insanlara karşı değil, bütün canlılara karşı sorumlu olduğumuzu bildiren Kur’an, bir yandan bireysel anlamda şükür, takva, sabır, iffet, doğruluk, dürüstlük ve çalışkanlık gibi ahlâkî değerlerin önemine vurgu yaparken, diğer yandan birlikte yaşamanın gereği olarak paylaşma, af, dayanışma, fedakârlık gibi erdemleri ön plana çıkararak toplumsal yapıyı güçlendiren ahlaki ve insani erdemlere dikkatleri çekmektedir.

Dayanışma, bir topluluğu oluşturanların duygu, düşünce ve ortak çıkarlarda birbirlerine karşılıklı bağlanması, tesanüt olarak tanımlanır. Toplumu oluşturan bireylerin, gurupların birbiriyle dayanışma ve yardımlaşma içinde olmasını, birbirine güç ve destek sağlamasını, birbiriyle dayanışma halinde yaşamasını ifade eden ahlâk terimidir. Dayanışma yardımlaşma kavramından daha geniş olup her konuda destek olmayı ifade ederken yardımlaşma insanların yardıma ihtiyaç duyduklarında yapılan bir eylemdir. Dayanışma duygu ve düşüncelerin ortak olmasıyla yapılan bir fiilken yardımlaşmada bu ortaklık söz konusu olmayabilir.

Dayanışma, sırt sırta verme, yardımlaşma, destek verme, kaynaşma, kardeşlik oluşturma, bağ ve ilişki kurma, güç ve destek sağlama gibi birçok manayı bütünleyen bir yapıya sahiptir. İyilik, sevgi, saygı, merhamet, duygusal tavır, güzel söz, dua, bedensel destek, ayni ve nakdi yardım, manevi destek, kardeşlik, ibadetler her daim dayanışma ruhunu canlı tutmuştur.

İslam dayanışmanın temelde Allaha dayanması ve Allah için olması gerektiğini belirtir ki karşılığı yüce ve büyük olsun. Yüce Allah kulun hayatında, idrakinde, niyetinde ve kararlarında asli bir yer tutmaya başlar.

Allah’ın dâhil olduğu bir denklemde beklentiler artık Allah’tan olur. O’nun rızası uğruna insanların birbirleri için yapabilecekleri fedakârlıkların bir sınırı yoktur. Bireysellik ve bencillik ortadan kalkmış yerine diğerkâmlık ve kardeşlik gelmiştir. Zira insanlar ancak O’nun nimeti ve rahmeti sayesinde kardeş olabilirler.

İslam, bireyleri sosyalleştiren ve onları toplumsal sorumluluklar ile yüzleştiren bir dindir. Namaz ve hac gibi ibadetler müminleri sürekli bir araya getirir ve onları birbirleriyle irtibatta tutar. Günde beş vakit bir araya gelecek kadar yakınlık tesis edilen İslam dini gibi içtimai boyutu bu denli kuvvetli başkaca bir din yoktur. Zekat gibi mali ibadetler ise ihtiyacı olanı gözetme esasını getirir.

İyi günde ve kötü günde ama hep birlikte acıyı ve sevinci paylaşan yürekler topluma can verir. Müminlerin sosyal sorumlulukları, dinî açıdan ekstra bir güzellik değil, olmadığı takdirde hem dünyayı hem ahireti ziyana uğratan asli bir gerekliliktir.

Hayat hiç kimse için tekdüze değildir. Zorlukları ve kolaylıkları, sevinçleri ve hüzünleri olan bir süreçtir. İnsan için her şeyin yolunda gittiği huzurlu bir hayat yaşamak da vardır, ani bir deprem ve sel felaketi gibi tabii afetlere maruz kalıp imtihan edilmek de vardır. İnsanın sağlıklı olduğu günleri gibi hastalıklı günleri de olur, tokluk içinde yaşadığı günler gibi aç kaldığı günler de olur. İnsan için barış olduğu gibi savaş da vardır, başarı olduğu gibi başarısızlık da vardır. Zenginken fakir düşmek, güçlüyken zayıf düşmek de vardır. Mutluyken hüzünlü olmak, genişken darda kalmak da vardır. Hayat her zaman aynı düzeyde ve düzlemde akıp gitmez. İmtihanda olduğunu bilen insan her durum ve şartta Rabbine iltica edeceğini bilir.

Aynı çatı altındaki insanların birbirleriyle geçinerek mutlu bir hayat sürmeleri için anlayışlı olmaları ve karşılarındakilere tolerans göstermeleri gerekir. Aksi takdirde yuva dağılıp gider. Ailelerin meydana getirdiği ülkeleri de büyük bir aile yuvası olarak düşünebiliriz. Bu yuvayı paylaşanlar, aynı ideal etrafında kenetlenmedikleri, birbirlerine gönüllerini sevgiyle açmadıkları, yaşanan her türlü sıkıntıya rağmen ülkelerine sahip çıkmadıkları takdirde, o yurtta huzurun olması, insanların kendilerini emniyette hissetmesi düşünülemez.

Özellikle deprem gibi, büyük yıkımlara sebep olan bir afetin yaşattığı acıyı ve ızdırabı dindirmek elbette kolay değildir. Zira saniyelerle ifade edilen bir zaman diliminde hayatlar alt-üst olur, çocuklar yetim kalır, yürekler evlat acısıyla parçalanır. Tüm dünyanın yükü ve kederi âdeta bir yaralı kalbin üzerine düşer. Aciz kalışın, çaresizliğin, yalnızlığın en derin dehlizlerinde insan tek başına kalır. Her afet, mümin yürekler ve hassas vicdanlarda derin izler bırakır. İşte böyle zamanlarda hayatı, insanı, varoluşu anlamlı kılan en kıymetli değerin yardımlaşma ve paylaşma olduğu bir kez daha en açık şekilde ortaya çıkar.

Açık ve kesin olan bir şey vardır ki o da afet ve musibete maruz kalan, hayatları tarumar olan, her şeylerini kaybeden, tarifi imkânsız acılara düçar olanlar karşısında herkesin bir insanlık ve duyarlılık sınavından geçtiğidir.

Kur’an-ı Kerim’de 200’den fazla ayette infak, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşmanın değerine ve özelliklerine dikkat çekilmektedir. Yaratılışımızın en büyük hikmeti, kimin daha iyi işler yapacağının ortaya çıkmasıdır. İyi insan olmanın ve Allah katında değer kazanmanın yolu, diğer insanların, bilhassa zayıf, yalnız ve muhtaçların yanında olmaktan ve onlara yardım etmekten geçer.

Tarihte sıçrama yapan ve vatandaşlarına üst seviyede refah sunan ülkeler, vatandaşlarının barışık yaşadığı ve aynı ülkü etrafında kilitlendiği ülkelerdir.

Hz. Peygamber’in hayatı bu açıdan bizler için bulunmaz bir örnektir. Aynı ideal etrafında kenetlenen, birbirlerinin ufak tefek hatalarına takılıp kalmayan küçük bir topluluk, akıl almaz başarılara imza atmış ve tarihte yeni bir sayfa açmıştır. Resulullah, onları aynı ülkü etrafında öylesine kenetlemişti ki ordunun hazırlanması veya başka ihtiyaçlar için yardım talep ettiğinde insanlar âdeta yarışırlardı.

Son Elçi, asıl yurdu olan Mekke’yi terk edip Medine’ye gitmek zorunda kaldığında, kendisini ve arkadaşlarını karşılayan Medinelilerin göstermiş oldukları fedakârlıklar, Hz. Peygamberin başarısının nerelerde yattığını göstermektedir. Medineliler onlara evlerini açmış, ellerindeki birikimleri ve tarlalarının bir kısmını hiçbir karşılık beklemeksizin sığınmacı muhacirlere sunmuşlardır. Bu kardeşlik dayanışmasının ardından da başarı gelmiştir.

Ensar muhacir kardeşliği olarak tarihte adından altın harflerle söz ettiren ve hala etkisi aşılamamış olan bir bilinç ve şuur inşasıyla İslam her daim bu şuurda olmamızı istemektedir.

“Onlardan önce bu yurda yerleşmiş ve gönülden inanmış olanlar, kendilerine göç edip gelenleri severler, onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar, ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin bencilliğinden korunmayı başarırsa işte kurtuluşa erecekler onlardır.” (Haşr 9) ayetiyle Ensar Muhacir dayanışmasına dikkat çekecek bir şuur ortaya koymuştur.

Mudar kabilesinden mağdur oldukları her hâllerinden belli olan birtakım insanlar Hz. Peygamber’in yanına geldiler. Sevgili Peygamberimiz onları gördüğünde çok etkilendi ve Bilâl’e ezan okumasını emretti. Namazı kıldırdıktan sonra bir konuşma yaptı.

 يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذِى خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ

“Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan Rabbinizden korkun…” (Nisâ, 4/1.) ayetiyle özde birliğe dikkat çekerek,

 تَصَدَّقَ رَجُلٌ مِنْ دِينَارِهِ مِنْ دِرْهَمِهِ مِنْ ثَوْبِهِ مِنْ صَاعِ بُرِّهِ مِنْ صَاعِ تَمْرِهِ – حَتَّى قَالَ – وَلَوْ بِشِقِّ تَمْرَةٍ 

“Kişi dinarından, dirheminden, elbisesinden, bir sâ’ buğdayından, bir sâ’ kuru hurmasından (bir sa’ ölçek: bir hacim ölçüsü birimi olup yaklaşık 2.75 litreye tekabül eder)yarım hurma bile olsa— tasadduk etmelidir.” buyurdu. Derken ensardan bir zât avucuna sığmayacak kadar büyük bir kese getirdi. Sonra orada bulunan sahâbîler birbiri ardınca bir şeyler getirdiler. Neticede yiyecek ve elbiseden müteşekkil iki yığın ortaya çıktı. Müslümanların bu duyarlılığı, Allah Rasûlü’nü gözlerinin içini parlatacak kadar sevindirmiş ve o şöyle buyurmuştu:

 مَنْ سَنَّ فِى الإِسْلاَمِ سُنَّةً حَسَنَةً فَلَهُ أَجْرُهَا وَأَجْرُ مَنْ عَمِلَ بِهَا بَعْدَهُ مِنْ غَيْرِ أَنْ يَنْقُصَ مِنْ أُجُورِهِمْ شَىْءٌ وَمَنْ سَنَّ فِى الإِسْلاَمِ سُنَّةً سَيِّئَةً كَانَ عَلَيْهِ وِزْرُهَا وَوِزْرُ مَنْ عَمِلَ بِهَا مِنْ بَعْدِهِ مِنْ غَيْرِ أَنْ يَنْقُصَ مِنْ أَوْزَارِهِمْ شَىْءٌ 

“Her kim İslâm’da güzel bir gelenek başlatırsa, hem yaptığının ecrini hem de kendisinden sonra aynı şeyi yapanların ecrini kazanır. Onu yapanların kendi ecirlerinden de bir şey eksilmez. Her kim de İslâm’da kötü bir gelenek başlatırsa, hem yaptığının günahını hem de kendisinden sonra onu yapanların günahını yüklenir. Onların günahlarından da hiçbir şey eksilmez.” (Müslim, Zekât, 69)

Yarım hurma kadar bile olsa kişinin tasaddukta bulunması, insanın sahip olduğu her bir eklemi karşılığı her gün için bir miktar sadaka vermesi, hayatın her ânını ve yapılan her şeyi ibadete çevirmektedir.

Tarih boyunca Allah’ın yardımı, devletimizin kararlılığı ve milletimizin azmiyle nice zorluğu birlikte göğüsledik. Bugün de devlet millet dayanışması içinde aşamayacağımız engel yoktur. Toplu vurdukça yüreklerimiz üstesinden gelemeyeceğimiz zorluk yoktur.

Anadolu, geçmişten günümüze binlerce yıllık tarihinde insanlığın farklı tecrübelerini, geleneklerini, değer ve anlayışlarını bağrında barındıran ve bunları nesilden nesle taşıyan, âdeta insanlığın kültür tarihiyle özdeş tarihî mirasa sahip bir bölgedir.

Ülkemiz insanının Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği kahramanlığı anımsayalım. Maddi imkânları tamamen tükenmiş bir millet, akıl almaz fedakârlıklar göstererek, aynı ülkü etrafında kenetlenerek kendisini tarihe altın harflerle yazdırdı. Binlerce insan bu uğurda canını verdi; anneler dul, çocuklar yetim kaldı. Kadınlar cephelere mermi taşıdılar, askerlere elbise diktiler, yaraları sardılar, yeri geldi kazma kürek cephede yer aldılar, yemediler ikram ettiler. Yaşlı insanlar da titrek ellerini huzura açarak Allah katından geri çevrilmeyen dualarını gözyaşlarıyla süslediler. Dayanışma ruhunu kuşanan aziz milletimiz Rabbimizin inayetiyle zafere kavuştu.

Ülkemizde yaşanan deprem felaketi sonrasında nice ocaklar kapandı. Nice yuvalara kayıplar nedeniyle ateş düştü. Bütün bir millet olarak asrın felaketine karşı hepimizin yüreği dağlandı, acıları içimizde hissettik. Bununla birlikte milletimiz, felaketin hemen ardından ne kadar büyük bir ulus olduğunu tekrar gösterdi. Maddi ve manevi yardıma koşmak için herkes ve her kurum seferber oldu.

Bir afet, felaket düşünün ki onca yaşanmışlıkların hepsi; nice sevdalar, tutkular, dostluklar, heyecanlar, aşklar, her türlü iş birlikleri ve devasa projelerin hepsi basitçe bir “hiç” oluverir. “O’nun zatından başka (O’nun rızası uğruna olmayan) her şey yok olur!”

Milletçe kenetlendiğimizi, yaralarımızı sardığımızı, binlerce canın ardından el birliğiyle gözyaşlarını sildiğimiz Marmara depremini hatırlayalım. Ağustos 1999’da, Adapazarı Depremi ile ilgili olarak Frankfurt Goethe Üniversitesi profesörlerinden Weber şu soruyu sormaktan kendini alamamıştır: “Nasıl oluyor da, deprem olur olmaz, Türkiye’nin her yerinden insanlar deprem yerine ulaşabiliyorlar? Elinde avucunda ne bulursa onu deprem bölgesine getirip depremzedelere dağıtabiliyor? Kimse bu insanları mecbur etmediği hâlde arabasına veya tırlara attığı eşyayı, ya da yiyecek malzemesini bölgeye ulaştırıyor, yetkililere teslim ediyor?”

Aradan geçen yirmi üç yılın ardından 6 Şubat 2023’te yaşanan Kahramanmaraş merkezli deprem felaketinde de aynı dayanışma ve yardımlaşma manzarasını görünce kuşkusuz verdiğimiz cevap; “Türk milletinin sahip olduğu millî dayanışma şuurunun köklü bir geçmişi ile tarihindeki unutulmaz olayların algılanışını bilmek ve yorumlamak gerekir.” şeklinde olmuştur.

  • Cenaze vb. Üzüntülü günlerde insanların birbirlerinin acılarını paylaştıkları,
  • Düğün törenleri vb. sevinçleri ve coşkularını birlikte yaşadıkları,
  • Dinî ve millî bayramlar da millî dayanışmanın en göze çarpan örnekleri,
  • Millî zaferlerimiz de milletimizin birbirleriyle kaynaşmasına ve ortak duyguları paylaşmasına vesile,
  • Muhtaçların elinden tutmak ve ihtiyaç sahiplerini gözetmek üzere kurulan ve geçmişle gelecek arasında köprü vazifesi gören vakıflar,
  • Yolcuların hizmetine açılan kervansaraylar, çeşme, sebil, sarnıç, havuz, kuyu, hatta göl gibi tesislerle yolların tamirleri ve düzeltilmeleri maksadıyla toplumun birçok ihtiyacına cevap veren vakıf eserleri
  • Dertlilere çare, hastalara şifa, kimsesizlere sığınak olan İmaretler; aynı zamanda darüşşifalar, medreseler, hamamlar ve diğer tesisleriyle bir külliye hâlinde topluma hizmet vererek dayanışmayı sağlamış,
  • Milletimizin birbirleriyle yardımlaşıp kaynaşmalarına vesile olan camiler

milletimizin, aynı idealleri, ortak duyguları, sevinçleri ve acıları paylaşarak oluşturdukları topluluk şuurunun yerleştiği dayanışma ruhunu anlamamıza yardım etmektedir.

İbrahim (a.s)’ın atıldığı ateşi söndürmeye koşan karınca misali, bugün her birimize düşen sorumluluklar vardır. Rabbimizin gönüllerimize sağanak sağanak yağdırdığı inşirah ve umutla, inanıyoruz ki bu zorluğun da beraberinde bir kolaylık, bu sıkıntının da ardından bir ferahlık gelecektir. Biliyoruz ki her türlü zorluğu omuz omuza, gönül gönüle aşan aziz milletimiz, sahip olduğu basiret ve feraseti, Rabbimizin rahmet ve inayeti, devletimizin kudret ve gayretiyle yine yaralarını saracaktır inşallah.

Allah’a gönülden bağlı müminler olarak inancımız

odur ki bu sıkıntı bulutları, ilahi rahmet rüzgârlarıyla dağılacaktır. Hayır ve bereket kapıları dua, kardeşlik ve dayanışma anahtarıyla açılacaktır. Gönüllerimiz, huzur ve sekînete kavuşacaktır. İman dolu yüreklerimiz, selamet bulacaktır inşallah. Zira müminlerin velisi ve yardımcısı Yüce Allah’tır.

Böylesi zor zamanlarda millet olmanın gereği, kardeşlik ruhumuzu canlı tutmaktır. Duyarlı ve samimi olmak, birbirimizin derdiyle dertlenmektir. Darda kalan kardeşlerimizin işini kolaylaştırmak, afetle sarsılan dünyalarına güven aşılamaktır. Kimsesiz, yalnız ve yardımsız olmadıklarını onlara hissettirmek, ellerinden tutmaktır.

Devletler, milletler, medeniyetler, kurumlar, dinler dayanışma temelli bir zemin oluşturdukları müddetçe varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Tefrika, ayrılık, toplumsal şuur kaybı, siyasi kaos, sen ben davası yıkımları beraberinde getirmiştir.

Yüce Allah kitabında, Hz Muhammed Mustafa hadislerinde bu hususu pek çok defa vurgulamış ve dayanışma ahlakının yerleşmesini ve İslam toplumunun güçlenmesini hedeflemiştir. Birbirini seven, birbirini görüp gözeten, merhametle yoğrulan, dayanışmanın en güzel örneklerinden isar ahlakını benimseyen, birbirine sırt çevirmeyen güçlü bir İman ve İslam kardeşliğinin oluşmasını sağlamıştır.

كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّٰه

“Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emredersiniz, kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız.” (Âl-i İmrân; 110) yetiyle ümmete vurgu yapan Rabbimiz:

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُون

Müminler ancak kardeştirler, öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin, ıslah edin, Allah’a itaatsizlikten sakının ki rahmetine mazhar olasınız.” (Hucurât; 10) ayetiyle de kardeşler topluluğu oluşturmamızı bizlere hatırlatmaktadır. Zira kardeşler toplumunun arasını birleştiren, kalplerine muhabbet koyan Allah’tır.

وَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ لَوْ اَنْفَقْتَ مَا فِى الْاَرْضِ جَمٖيعًا مَا اَلَّفْتَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ وَلٰـكِنَّ اللّٰهَ اَلَّفَ بَيْنَهُمْ اِنَّهُ عَزٖيزٌ حَكٖيمٌ

Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir.” (Enfâl suresi 63. ayet)

İslam kardeşliğinin 3 ölçüsü olduğunu hatırlamakta fayda vardır:

  1. Zarar vermemek, Müslümanın en temel hususiyeti ne din kardeşine ne de dünyadaki diğer insanlara zarar vermemektir.
  2. Faydalı olmak, “insanların hayırlısı insanlara faydalı olandır”
  3. Îsâr duygusuyla hareket etmek “kendisi ihtiyaç duyduğu halde başkasının ihtiyacını gidermeyi tercih etmek”

Zira bizim medeniyetimizde “insan, insanın yurdudur” “insan, insana muhtaçtır”, “insan, insana emanettir”, insan, insanın huzurudur”, “komşu, komşunun külüne muhtaçtır”, “insanı yaşat ki devlet yaşasın” diyerek üstün bir medeniyet olduğunu, dayanışmanın hedeflendiğini, insanı merkeze alan bir bakış açısına sahip olduğunu ortaya koymuştur.

“Aynı dili kullananlar değil, aynı duyguları paylaşanlar daha iyi anlaşırlar.” der Mevlana. Bu yüzden Din kardeşliği, yer yüzündeki Müminlerin zaman, mekan ve mesafe mefhumlarını dikkate almaksızın birbirinin sevinç ve kederini paylaşması, onların huzur ve saadetini kendi huzuruna tercih etme asaletidir.

Muhabbet ve bağlılığı güçlü kılmak için dayanışmayı esas alan yüce dinimiz İslam birbirimize sahip çıkmayı, kardeşler olduğumuz bilinciyle hareket etmeyi, bölünüp parçalanmamayı, tefrikaya düşmemeyi, fesat çıkarmamayı bizlerden istemiştir:

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ  كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَاناًۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ   كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayınız. Hani siz birbirine düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.”  (Âl-i İmrân; 103)

Başka bir ayeti kerimede ise Rabbimiz:

وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ وَاصْبِرُواۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ين

“Allah ve resulüne itaat edin, birbirinize düşmeyin, sonra zayıflarsınız ve zaferi elden kaçırırsınız. Sabredin, kuşkusuz Allah sabredenleri sever.”  (Enfâl; 46) buyurmaktadır.

Yüce Allah, insanoğlunu barışa, selamete, barış yurduna davet ediyor. Barış olmayan, dayanışmayı esas almayan birlikte yaşamak zorlaşır ve bazen imkânsız hale gelir. Barış olmayan yerlerde şeytan, insanları, ateş çukuruna itmek için bekler.

يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا ادْخُلُوا فِى السِّلْمِ كَافَّةً وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبٖينٌ

Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır.” ( 2.208 )

Güçlü bir toplum yapısının dayanışmayla mümkün olacağını vurgulayan efendimiz müminlerin ortak paydada birleşmesini, bir vücudun azaları gibi hareket edilmesini, farklılıkların ayrılık sebebi olmaması gerektiğini, toplumsal bütünlüğün korunması gerektiğini bizlere farklı tasvirlerle bildirmiştir:

مَثَلُ الْمُؤْمِنِينَ فِى تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ مَثَلُ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الْجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّى

Nu’mân b. Beşîr’in naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.” (Müslim, Birr, 66)

المُؤمِنُ لِلمؤمنِ كَالبُنْيَان يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضاً

“Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.”  (Nesâî, Zekât 66) yine Efendimiz “müminler bir tarağın dişlileri gibi eşittirler” ifadesiyle aramızdaki durumu ortaya koymaktadır.

Unutmayalım! Aynı gemideyiz, bir bina gibiyiz, bir vücut gibiyiz, birbirimizin aynasıyız. O yüzden Efendimizin dediği gibi kardeşlerimiz severek ilk adımı atmak durumundayız.

لاَ يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لأَخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِه

Enes’ten nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:

“Sizden biri, kendisi için istediğini (Müslüman) kardeşi için de istemedikçe (gerçek anlamda) iman etmiş olamaz.” (Buhârî, Îmân,7)

Dürüstlüğü, emaneti korumayı, insan haklarına riayet etmeyi, yetim ve kimsesizlere kol kanat germeyi, kimseyi incitmemeyi, iyilik yapmayı öğütleyen ve yaşayışıyla bunlara en güzel örnek olan Peygamberimiz;

لَا تَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا وَلَا تُؤْمِنُوا حَتَّى تَحَابُّوا أَوَلَا أَدُلُّكُمْ عَلَى شَيْءٍ إِذَا فَعَلْتُمُوهُ تَحَابَبْتُمْ أَفْشُوا السَّلَامَ بَيْنَكُمْ

Allah’a yemin ederim ki; sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek iman etmiş olamazsınız. Yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şey öğreteyim mi? Aranızda selamı yayınız.(Müslim, İman,  81) buyurarak sevgiyi ve imanı toplumsal barışın, dayanışmanın ve birlikte yaşamanın temel taşı yapmıştır.

Birbirini sevmeyi, imanın olmazsa olmazı olarak tarif eden bu veciz ifadeler gösteriyor ki sosyal boyutu ihmal edilen bir Müslümanlık anlayışı kişiyi ziyandan kurtarmaz.

“Eğer iyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz! Şayet kötülük ederseniz bu da size döner!” (İsrâ, 17/7)

« مَنْ لا يرْحَم النَّاس لا يرْحمْهُ اللَّه »

“İnsanlara merhamet göstermeyen kimseye Allah da merhamet etmez.” (Buhârî, Edeb 18)

Bu duyguyu besleyen pek çok ayetle Yüce Mevla’mız ve pek çok hadisi şerifte Efendimiz bizlerin yolunu aydınlatmaktadır:

…وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۖ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ

“… İyilik ve takvâ hususunda yardımlaşın, günah ve haksızlık yolunda yardımlaşmayın. Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın cezası çetindir.”  (Mâide; 2)

“Allah yolunda sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça iyiliğe asla eremezsiniz. Ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.” (Âl-i İmrân, 3/92) ayeti, insanın sevdiği zenginliklerini, asıl sevgiyi hak eden ve bereketli kılan kardeşlik, yardımlaşma ve merhamet gibi değerler uğruna paylaşabilmesinin önemini ortaya koymaktadır. Zira imkânlar ve zenginlikler muhabbete, yardımlaşmaya ve nihayetinde Allah’ın hoşnutluğuna vesile olduğunda güzel ve anlamlıdır.

İbadetler dayanışmayı, birbirini koruyup kollamayı, birbirinden haberdar olmayı, toplumsal bilincin oluşmasını hedefler. Cemaat için atılan adımlardan başlamak suretiyle, insanların kaynaşması, birlik beraberliği için ibadetler bütünleştirici rol üslenerek inananlara yol göstermektedir.

  • Allah için bir araya gelenler, kalpleri birbiri için çarpanlar,
  • Aynı Allah’a iman edip, aynı peygambere ümmet olanlar,
  • Aynı kitabın rehberliğinde ahlaklananlar,
  • Aynı kıbleye yönleriyle birlikte gönüllerini de çevirenler,
  • Aynı ezanın çağrısına kulak verip icabet edenler,
  • Zor zamanlarda aynı duyguyla beslenip birlikte yaraları saranlar,
  • Kardeşlerinin ihtiyaçlarını karşılıksız gören ve sağ elinin verdiğinden sol elinin haberi olmayanlar,
  • Mahşerin provası için kutsal topraklarda buluşup kaynaşanlar

dayanışmanın en güzel örneklerini yaptıkları ibadetlerle de göstermektedirler. Birlikten güç doğacağını, yürekler toplu attıkça kimsenin sindiremeyeceğini, kaynaşmanın ve dayanışmanın toplumlar için gerekli olduğunu ibadetler bizlere göstermekte ve aşılamaktadır.

Tarihimiz ve ecdadımız birlikte yaşayarak, zor zamanları toplumsal dayanışmayla aşarak var olduklarını bizlere haykırmıştır.

Dünya üzerinde yaşayan insanlık bir araya gelince insanların daha çok şeyler başardığını görmüş ve bundan dolayı çeşitli şekillerde aynı amaç ve doğrultuda hareket etmek üzere dayanışma temelli birliktelikler oluşturmuşlardır.

Ancak kalplerin birleşemediği, vicdanların şekillendiremediği bazı kurum ve kuruluşlar çıkarları doğrultusunda hareket ederek insana ve insanlığa zarar vermiştir. (Haçlılar, Dünya savaşları için bir araya gelenler…)

Milletimizin her bir ferdinin kalbini derinden acıtan bu musibet, ülkemizi derin bir hüzne boğmuştur. Bu büyük afet karşısında milletimiz, tarihte eşine az rastlanılır bir dayanışma örneği göstermektedir. Milletimizin her ferdi yüreğini ve imkânlarını sonuna kadar birbirine açmış, âdeta ülkemizin her evi, sokağı, mahallesi, şehri bir iyilik merkezine dönüşmüştür. İnanıyoruz ki böylesine mübarek ve samimi duygular hayatı sımsıkı saracak ve yaralı yürekler dostluk ilacıyla yeniden imar edilecektir.

مَنْ نَفَّسَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ الدُّنْيَا نَفَّسَ اللَّهُ عَنْهُ كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ، وَمَنْ يَسَّرَ عَلَى مُعْسِرٍ يَسَّرَ اللَّهُ عَلَيْهِ فِى الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ، وَمَنْ سَتَرَ عَلَى مُسْلِمٍ سَتَرَ اللَّهُ عَلَيْهِ فِى الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ، وَاللَّهُ فِى عَوْنِ الْعَبْدِ مَا كَانَ الْعَبْدُ فِى عَوْنِ أَخِيهِ.

Ebû Hüreyre’den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:

  1. “Kim bir Müslüman’ın dünya sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse, Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir.
  2. Kim darda kalan bir kimsenin işini kolaylaştırırsa, Allah da dünya ve âhirette onun işlerini kolaylaştırır.
  3. Kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse, Allah da dünya ve âhirette onun ayıplarını örter.
  4. Kul, kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da onun yardımcısı olur.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 60)

المُسْلِمُ أخُو المُسْلِمِ لاَ يَظْلِمُهُ وَلاَ يُسْلِمُهُ، وَمَنْ كَانَ في حَاجَةِ أخِيهِ كَانَ اللّهُ في حَاجَتِهِ،

  1. “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez.
  2. Kim kardeşinin ihtiyacını görürse Allah da onun ihtiyacını görür.” (Buhârî, Mezâlim, 3),
  3. “Bir kimse kıyamet günü sıkıntılarından kurtulmayı Allah’tan diliyorsa bu dünyada, zorda kalan bir kimseye nefes aldırsın ya da sıkıntısını gidersin!” (Müslim, Müsâkât, 32),
  4. “Bir kimse bir Müslüman’ı, saygınlığını kaybedeceği, haysiyetine ilişileceği bir ortamda yüzüstü bırakırsa Allah da onu yardım beklediği bir ortamda yüzüstü bırakır.
  5. Bir kimse de bir Müslüman’a saygınlığını kaybedeceği, haysiyetine ilişileceği bir ortamda destek olur yardım ederse Allah da ona yardım beklediği bir ortamda destek olur ve yardım eder!” (Ebû Dâvûd, Edeb, 36)

“‏ أَيُّمَا مُؤْمِنٍ أَطْعَمَ مُؤْمِنًا عَلَى جُوعٍ أَطْعَمَهُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ ثِمَارِ الْجَنَّةِ وَأَيُّمَا مُؤْمِنٍ سَقَى مُؤْمِنًا عَلَى ظَمَإٍ سَقَاهُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنَ الرَّحِيقِ الْمَخْتُومِ وَأَيُّمَا مُؤْمِنٍ كَسَا مُؤْمِنًا عَلَى عُرْىٍ كَسَاهُ اللَّهُ مِنْ خُضْرِ الْجَنَّةِ ‏”‏

  1. “Bir mümin, aç bir mümini doyurursa, Allah da o kimseyi cennet meyveleriyle doyuracaktır.
  2. Yine bir mümin, susuz kalan bir mümine bir şeyler içirip susuzluğunu giderirse, Allah kıyamette ona (misk ile mühürlenmiş lezzetli bir içecek olan) “Rahîk-ı Mahtûm”dan içirecektir.
  3. Yine bir mümin, elbiseye ihtiyacı olan bir mümini giydirirse, Allah da ona cennetin yemyeşil elbiselerinden giydirecektir.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 18)

“‏ مَنِ اسْتَعَاذَ بِاللَّهِ فَأَعِيذُوهُ وَمَنْ سَأَلَ بِاللَّهِ فَأَعْطُوهُ وَمَنْ دَعَاكُمْ فَأَجِيبُوهُ وَمَنْ صَنَعَ إِلَيْكُمْ مَعْرُوفًا فَكَافِئُوهُ فَإِنْ لَمْ تَجِدُوا مَا تُكَافِئُونَهُ فَادْعُوا لَهُ حَتَّى تَرَوْا أَنَّكُمْ قَدْ كَافَأْتُمُوهُ ‏”‏ ‏.‏

Abdullah B. Ömer’in naklettiğine göre, Rasulüllah (SAV) şöyle buyurmuştur:

  1. “Allah için size sığınan kimseye sığınak olun.
  2. Allah için isteyen kimseye verin.
  3. Sizi davet edene icabet edin, size bir iyilik yapana karşılığını verin. Eğer onun karşılığını verecek bir şey bulamazsanız, karşılıkta bulunduğunuza kanaat getirinceye kadar ona dua edin.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 38)

Bu rivayetlerin tamamında dikkati çeken 15 maddenin ortak özelliği Allah için olmasıdır:

  • Kul, Allah için bir başkasına sığınak olursa, yüzüstü bırakmazsa, doyurursa, giydirirse
  • Kul, Allah için bir başkasına iyilik eder, Allah da kuluna ihsanda bulunur.
  • Kul, Allah için bir başkasının derdine çare olur, Allah da kulun derdine çare olur.
  • Kul, Allah için bir başkasının sıkıntısını giderir, Allah da kulun sıkıntısını giderir.
  • Kul, Allah için bir başkasının ayıbını örter, Allah da kulun ayıbını örter.
  • Kul, Allah için kardeşine destek olmazsa Allah da kula destek olmaz.

İslam tarihinden hatırlanacağı üzere, Uhud Gazvesi’nden sonraki süreçte Mekke’deki Kureyşliler, Medine’deki Yahudiler ve civardaki müşrik Arap kabileleri Kinâne, Sakîf, Gatafân, Fezâre, Esed ve Süleym kabilelerinden oluşan kalabalık bir grup bir araya gelerek Müslümanlara karşı yürüttükleri faaliyetleri arttırmış, Müslümanları bütünüyle yok etmek, şehri ekonomik baskı altına almak üzere Medine’yi kuşatmıştı.

Ahzâb suresinde de tasvir edildiği şekliyle düşman orduları, üstten alttan Müslümanların üzerine yürümüş, gözler yuvalarından fırlamış, yürekler ağza gelmiş, korkunç bir samimiyet sınavıyla karşı karşıya kalmışlardı. Hatta münafıklar, “Meğer Allah Resulü bize kuru vaatlerde bulunmuş.” diye yaygaraya başlamışlardı. Bir kısmı, artık Medinelilerin tutunacak bir dalı kalmadığını iddia ediyordu. Kimisi savaş alanından kaçmak için bahaneler üretiyordu. Samimi olanlar ise bunun bir iman ve teslimiyet sınavı olduğunun farkındaydı.

Câbir’in anlattıkları da Allah Resulü’nün rehberliğinde sosyal sıkıntıların nasıl aşıldığına dair çarpıcı bir örnektir: “Hendek Savaşı’nda çukur kazdığımız günlerdi. Çukur kazarken, karşımıza çıkan kocaman bir kaya yüzünden kazamaz hâle geldik. İnsanlar Peygamber Efendimizin yanına gittiler ve ‘Çukurun zemini çok sertleşti.’ diye haber verdiler. Efendimiz ‘Çukura bir de ben ineyim.’ dedi. Sonra ayağa kalktı. Efendimizin açlıktan karnı sırtına yapışmıştı. Çünkü üç gündür hiçbirimizin boğazından bir tek lokma geçmemişti. Peygamber Efendimiz balyozu eline aldı ve kayaya vurdu. Kaya kum gibi un ufak olmuştu.

Ben, ‘Ey Allah’ın Resulü! İzin ver de eve gideyim.’ dedim. (İzin verdi eve gittim.) Eşim (Mes’ûd kızı Suheyle’ye), ‘Peygamber’i bir deri bir kemik gördüm, bu duruma dayanamıyorum, içim parçalanıyor. Evde yiyecek bir şeyler var mı?’ dedim. Eşim, ‘Biraz arpa ve ahırda bir kuzu var.’ dedi. Ben kuzuyu keserken, eşim arpayı öğütüp un yaptı. Eti çömleğe koyduk. Hamuru mayalayıp fırına, çömleği de tandıra verdik. Bunlar pişmeye yakın, Hz. Peygamber’in yanına vardım. ‘Ey Allah’ın Resulü! Evde biraz yemek var.’ dedim. ‘Yanınıza bir iki kişiyi alıp yemeğe gelseniz.’ diye sözümü tamamladım. Efendimiz, ‘Ne kadar yemeğin var?’ diye sordular. Ona, olan neyse söyledim. Allah Resulü, ‘Hem çok, hem de güzel!’ buyurdu. Sözünü şöyle sürdürdü: ‘Hanımına söyle, ben evinize gelinceye kadar çömleği tandırdan, ekmeği de fırından almasın.’ Bunun ardından Allah Resulü orada bulunanlara, ‘Toparlanın!’ diye seslendi. Muhacirler ve ensar ayağa kalktılar. Ben ne yapacağımı bilemeden önden eve vardım. Eşime ‘Mahvolduk! Peygamber Efendimiz, muhacirler ve ensarla, hatta yanında kim varsa geliyor.’ dedim. Eşim bana, ‘Allah Resulü yemeğimizin miktarını sana sordu mu?’ dedi. ‘Evet.’ diye karşılık verdim. Eşim, ‘Mademki biz evimizdeki yiyeceği Peygamber’e bildirdik, gerisini Allah ve Resulü bilir.’ diye ekledi. Peygamber Efendimiz, yanındakilerle evimize varınca (kapıda), ‘İçeri giriniz ve birbirinizi sıkıştırmayarak, serbest oturunuz.’ buyurdu. Sonra Resulullah kendi eliyle (çömleği ve fırının kapağını açtı), ekmeği fırından alıp parçaladı ve üzerine et koyup -çömleği ve fırını kapayarak- davetlilere sundu. Nihayet herkes doydu. Yemek artmıştı. Allah’ın Resulü, Câbir’in eşine, ‘Geri kalanı sen ye ve başkalarına da ikram et. Çünkü herkes açtır.’ dedi.” (Buhârî, Megâzî, 30)

Allah Resulü, “Bir kişinin yemeği iki kişiye, iki kişinin yemeği de dört kişiye yeter.” (Müslim, Eşribe, 180) dememiş midir? Bu bizim için bugün de geçerli bir formüldür.

Toplumsal dayanışma, huzur ve barış ancak birbirimizi iman cihetiyle severek hoşgörü ve sabır göstermekle mümkündür. İmanı ve toplumsal barışı bozan kin ve hased dayanışmayı, sevgi ve kardeşliği kökünden zedeler:

دَبَّ إِلَيْكُمْ دَاءُ الأُمَمِ قَبْلَكُمُ الْحَسَدُ وَالْبَغْضَاءُ هِىَ الْحَالِقَةُ لاَ أَقُولُ تَحْلِقُ الشَّعْرَ وَلَكِنْ تَحْلِقُ الدِّينَ وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لاَ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا وَلاَ تُؤْمِنُوا حَتَّى تَحَابُّوا 

“Geçmiş toplumların hastalığı size de bulaştı: Haset ve kin beslemek! İşte bunlar, kökten yok edicidir. Saçı tıraş eder demiyorum, aksine dini kökünden kazıyıp yok eder. Bu canı bu tende tutan Allah’a yemin ederim ki iman etmeden cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmeden de mümin olamazsınız…” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 56)

Zirvesi Halil İbrahim cömertliği ile sembolize edilen infak, Allah’a itaat etme niyetinin bir göstergesi olarak malını harcamak; aç olanı doyurmak; yoksulu giydirmek; yuvası olmayan yuva, hasta olan deva, derdi olana derman bulmak; misafire ikram, dosta ve akrabaya ihsandır. Hayrın önünü açmak için, topluma faydalı müesseseler inşa etmek için ve i‘lây-i kelimetullah için teberrudur infak.

İnfakın geçici değil daimi bir dayanışmaya dönüşmesine her zaman ihtiyaç vardır. Zira toplumda yardıma muhtaç kimseler; müzmin hastalar, yaşlılar, engelliler, afetzedeler, muhacirler, mülteciler gibi ihtiyaç sahipleri hep var olacaktır. İki büyük depremin ardından yakınlarını kaybeden, malını mülkünü yitiren kardeşlerimizin çoğaldığı bugün, toplumumuzun infakla güçlenen dayanışmaya her zamankinden daha çok ihtiyacı vardır.

Gerektiğinde birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için olabiliyorsak hem sözde hem de özde Müslümanız demektir. İslam’ın oluşturmak istediği toplum budur.

Unutmayalım ki, İncecik liflerden oluşan halat koskoca gemileri limana bağlıyor ve tutuyor.

“O sarp yokuşun ne olduğunu bilir misin? Köle azat etmektir veya bir kıtlık gününde yakını olan bir yetimi yahut aç-açık bir yoksulu doyurmaktır. Sonra iman edip birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve merhameti öğütleyenlerden olmaktır.” (Beled 12-17)

Sarp yokuşu tırmanabilenler, bencillik kabuğunu kırıp kendinden başkalarını da görebilen, sahip olduklarının şükrünü infak ile taçlandırabilen ve paylaşmanın hazzına varabilenlerdir.

Sabırla pişen, el ele vererek kenetlenen ve zorluklara birlikte göğüs geren bir toplum için aşılamayacak bir engel yoktur.

Muhtaçların ihtiyacını karşılamak üzere tarihimizde ecdadımız vakıf gibi hayır müesseseleri kurmuş, yaptıkları sadaka-i cariyelerle kendilerinden sonra da infaklarını devam ettirmişler, dualar almışlar ve hayırla yâd edilmişlerdir. Onlardan devraldığımız mirası geliştirerek infak ruhunu canlı tutmak da bizim en büyük sorumluluğumuzdur.

Müminler bilirler ki dayanışma içerisinde oldukları zaman Rableri tarafından en güzeliyle mükâfatlandırılacaklardır:

مَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ ف۪ي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍۜ وَاللّٰهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ

“Mallarını Allah yolunda harcayanların örneği, her başağında yüz tanenin bulunduğu yedi adet başak çıkaran bir tohum tanesi gibidir. Allah dilediğine katlayarak verir, Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır, her şeyi bilmektedir.”  (Bakara; 261)

Onlar, şükredince bir nimetin bin olacağını bilirler. Müminler, ahirette biçmek için dünya tarlasına tohum ekenlerdir. Onların toprakları verimlidir, kat kat ürün verir.

وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُولٰئِكَ مَعَ الَّذٖينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّٖنَ وَالصِّدّٖيقٖينَ وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّالِحٖينَ وَحَسُنَ اُولٰـئِكَ رَفٖيقًا

Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (NİSA suresi 69. ayet)

Konuya burada son verirken modern yaşam tarzının, kentleşme kültürünün bir sonucu olarak; “kalabalık içinde yalnızlık” sıkıntısını çeken bir insan modeli ortaya çıkmıştır. Hızlı kentleşme, göçler, nüfus yoğunluğu, dünyevileşme temayülleri, maddiyat bağımlılığı, teknolojik yaşam biçimleri ve yanlış kullanımı, betonlaşma kültürü ve ben merkezli anlayışların yaygınlık kazanmasıyla İslam’ın ortaya koyduğu dayanışma, kardeşlik ve birlikte yaşama anlayışının zaman zaman zedelendiği, erozyona uğradığı görülmektedir.

Bu husus İslam’ın insana verdiği değerin öncelenmesi, dayanışma ruhunun canlı tutulması, insani ilişkilerin güçlendirilmesi, ibadetlerin bütünleştirici etkisinden faydalanılmasıyla en aza indirgenebilecektir.

Yeni bir şuur ve birikimle medeniyetimizi canlandırıp dünyaya “Bizim olduğumuz yer cennet bahçesi güzelliğindedir. Barış ve selamet yurdudur. Gelen herkes esenlik üzeredir. Burada yaşayanlar şereflerini imanlarından, dayanışmanın verdiği huzurdan, birbirlerine güven ve bağlılıklarından alırlar.”

Aslında biz: Dünya Müslümanlarının ve insanlığın kurtarıcı gücüyüz. İslam’ın sancaktarlığını üstlenen, yüzyıllarca kardeşlik çerçevesinde 72 millet bir arada yaşamayı başaran, dünyaya medeniyet ihraç eden, dayanışmanın en güzel örneklerinin sergilenerek yüreklerin toplu vurduğu bir neslin evlatlarıyız.

Herkesin diğerini öncelediği, başkalarıyla sofrasını paylaştığı, başkasının sevinciyle mutlu olduğu bir toplum; gerçek saadeti, barışı ve huzuru yakalamış olur.

Ramazan ayını fırsat bilerek, bu hayır yarışından hissesini artırmak için çırpınanlara, ellerindeki imkânları seferber edenlere, kardeşlerimiz zordayken ben rahat edemem diyenlere, Allah ve Resulü’nün buyruklarını baş tacı yaparak fedakârlık yapanlara, mağdur kardeşlerinin gönüllerine dokunanlara, tüm vatandaşlara yüreklerini açanlara, velhâsıl ahiret sermayesini artırmak isteyenlere selam olsun.

Not: Bu örnek metin Diyanet İşleri Başkanlığı Ramazan ve Dayanışma isimli tema kitabı ile vaaz ve sunum vaaz örneklerinden istifade edilerek hazırlanmıştır.

Written by İdris YAVUZYİĞİT

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir